4 Ocak 2011 Salı

TÜRK TARİH TEZİ DOĞRULANDI !

TÜRKİYE’Yİ ÜST ve ALT KİMLİK OLARAK 36 ETNİK YAPIYA BÖLENLERİN GÖREMEDİĞİ
TÜRK MİLLETİNİN “1000 YILLIK KARDEŞLİĞİN” BİLİMSEL KANITI :
HAKKARİ DİKLİTAŞLARI VE ÖN TÜRKLER !

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Anadolu en aşağı 7000 yıllık Türk beşiğidir” düşüncesi ve bu düşünce doğrultuda ortaya koyduğu “Türk Tarih Tezi” ; 21. yüzyılda –bugün- yapılan “arkeolojik kazılar” ve “gen araştırmalarıyla” doğrulanmaktadır.


Tarih biliminde de yeni bilgi ve bulgular eski bilgi ve bulguları değiştirir. Tarih ve arkeoloji bilimleri öteden beri tarihi gerçeklerin değişebileceğini göstermiştir. Örneğin, yeni bulunan Hakkari Taşları, Eski Türk Tarihi hakkında bilinenleri değiştirecek türdendir.
Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Veli Sevin ve eşi Doç Dr. Necla Sevin başkanlığında bir ekip tarafından 1998’de Hakkari’de yapılan kazılarda ele geçirilen 13 adet dikili taş, başlangıçta Batılı bilim çevrelerinde heyecan yaratmış, dünyaca ünlü “National Geograpic” dergisi bu konuda 2 sayfalık bir yazıya yervermiş, Amerikan Arkeoloji Enstitüsü’nün yayın organı olan “Archeology” dergisi de 2000 yılı Ağustos sayısında Veli Sevin’in kazı çalışmalarına tam 8 sayfa ayırarak, Hakkari Taşları’nı dünyaya duyurmuştur. National Geographic Dergisi’nin haberinde Hakkari Taşları’nın Anadolu, Orta Asya ve Avrasya uygarlıklarıyla ilgili ip uçları vereceğini belirtmesi son derece anlamlıdır.
Hakkari Taşları’nı bulan Veli Sevin o günlerde Hürriyet gazetesine verdiği bir demeçte şunları söylemiştir:



“Üç yıl önce kepçeyle kazı yapan bir kişi, tarihi kalıntıları görünce valiliğe haber verdi. Kültür Bakanlığı kazı başlattı. Bölgede dikilitaşlarla birlikte, içinde 50’ye yakın iskelet ve bazı eşyalar günışığına çıkarıldı. Bunlar çok önemli arkeolojik eserler. Dikilitaşların dönemin kralları tarafından oluşturulan sitelerde kullanılmak üzere yapıldığını belirledik. Yaptığımız çalışmaların meyvelerinin uluslar arası dergilerde yeralması ve Türkiye’den övgüyle sözedilmesi bizi grurlandırdı. Önümüzdeki yaz (2001) dikilitaşların kökenini araştırmak üzere Doç. Dr. Necla Sevin’le birlikte Orta Asya’ya giderek araştırmalar yapacağız.”
Hakkari Taşları, Türk Tarih Tezi üzerinde yeniden düşünülmesi gerektiğini göstermektedir. Artık bilim insanlarımızın, “Antik çağlarda Anadolu’da Türk yoktu, Türkler 1071’de Anadolu’ya girdi!” biçimindeki “genel kabulun” esiri olmaktan kurtulup 1998 yılında Hakkari’de bulunan taşlara göz atmaları gerekmektedir Hakkari Taşları, Türklerin ilk yaşadıkları yerlerden birinin Doğu Anadolu ile Hazar Denizi arasındaki bölge, yani Kafkaslar olabileceğini düşündürtmektedir. MS. 6. yüzyıl Çin kaynakları, Türklerin atalarının Hsi Hai (Batı Denizi)’nin batı kıyılarında yaşadıklarını, sonraları buradan doğuya doğru göç ederek Turfan Havzası ve Ergenokon’a yerleştiklerini yazmaktaydı. Kimi tarihçiler, Çince Batı denizi denilen yerin Hazar Denizi olduğunu ileri sürerken, kimileri Batı denizinin Aral ya da Isık gölleri civarları olduğunu ileri sürmektedir. Hakkari Taşları diye adlandırılan bulgular, ilk dikildikleri şekli koruyan, insan biçiminde ve 13 adet dikili taştır. En ilginci söz konusu taşlar eski Anadolu ve Ön Asya kültürüne yabancı özellikler taşımaktadır. Ön yüzlerinde kabartma ve çizgi tekniğiyle yapılmış resimler vardır. Taşlar cepheden görünen çıplak ve güçlü bir erkek figürü biçiminde yontulmuştur. Balta, hançer, mızrak, topuz gibi madeni silahlarla donatılmış figürler birer kahraman savaşçıya benzemektedirler. Çadır resimleri, yaşamlarını bozkır çadırlarında geçirdiklerini göstermektedir. Figürlerin üzerindeki işaretlerden taşların ait olduğu toplumun at kullanmayı da bildikleri anlaşılmaktadır. “Hatta tüm koşum donanımlarıyla betimlenmiş bir süvari figürü Yakın Doğu’nun bilinen en eski örneği durumundadır. Dikili taşlardan ikisi silahsız kadınlara aittir. Bunlardan biri 3.30 metre boyundadır. Yerel bir hanedana ait bu taşlar, İÖ. 1450 ile 1000 yılları arasında ölmüş ataları anma amacıyla bir tür mezar taşı olarak yapılmıştır.” Eski Çağ Tarihçisi Veli Sevin, Hakkari Taşları’nın Ön Türklere ait olduğunu düşünmektedir. Sevin: “Orta Asya ile Şaşırtıcı Paralellik” başlığı altında Hakkari Taşlarıyla Orta Asya’da ele geçirilen Türklere ait dikili taşları karşılaştırmıştır:

“Hakkari taşları, gerek ikonografik, gerekse felsefi açıdan kuzeyin Avrasya bozkır inanışlarına yakın özellikler taşır. (…) Hakkari taşlarının en ilginç yönü, kahraman figürlerinin göğüsleri üzerinde sıkı sıkıya (olasılıkla deriden) bir kırba (tulum) taşımasıdır. Merkezi konumlu bu içki kabı tüm sahnenin odak noktasıdır. Bu kabın simgesel açıdan büyük önem taşıdığı, savaşçının tüm kahramanlıkları ile silah ve eşyalarından ön plana alınarak belirginleştirilmiştir. En erken örnekleri Hakkari ve İran Azerbaycan’ında ortaya çıkan bu ilginç poz, taşları Batı Avrupa ve Güney Rusya –Ukrayna’daki en eski benzerlerinden ayırır. (…) Buna karşılık Orta Asya’da Kırgızistan, Kazakistan, Batı Çin ve Moğolistan’da yüzlerce benzer söz konusudur. Hakkari taşlarıyla Orta Asya’dakiler arasındaki paralellik şaşırtıcıdır.” Sevin, Hakkari Taşları’nın Orta Asya’daki örneklerden daha eski olduğunu, dolayısıyla bilinenin aksine Anadolu’dan Orta Asya’ya tersine bir göçün söz konusu olabileceğini ifade etmektedir !


Veli Sevin, yaptığı araştırmalar sonunda Hakkari Taşları’nı MÖ. 2030-1690 arasına tarihlendirmiştir. Bu tarihlendirme MÖ.2.Binyılın ortalarına denk gelmektedir ki, aynı dönemde Anadolu’da Hitit İmparatorluğu hüküm sürmektedir. Üstelik Hitit İmparatorluğu, Hakkari Taşları’nın bulunduğu Doğu Anadolu’ya kadar yayılmıştır. Bu durum Hakkari Taşları’nı yaratan uygarlıkla Hititler arasında bir ilişki olabileceğini göstermektedir. Veli Sevin de bu duruma dikkat çekerek Hakkari Taşları, Hititler ve Orta Asya arasında bir ilişki olduğunu ima etmektedir: “İÖ. 2. Binyılın ortalarında Anadolu’da Hitit İmparatorlarının hüküm sürdüğü yüzyıllarda Hakkari yaylalarını yurt tutmuş bir hanedana ait bu türde taşlar Yakındoğu’ya büyük çapta yabancıdır. Ancak, Azerbaycan ve İran Azerbaycanında, Hazar Denizi’nin batı ve güneybatısındaki Aşhanekeran, Dübendi ve Erdebil yakındaki Meshkin Shar Ovası’nda çok sayıda stelin ( dikili taşın) varlığı bilinmektedir. Güneydoğu Anadolu’da Garzan Ovası ve Antakya yakınındaki Tell Açana’nın V. Tabakasında benzer birkaç örnek bulunmaktadır. Bununla birlikte çıplak savaşçı avcıları betimleyen bu türde stellerin en erken örnekleri İÖ. 4. Binyılın ikinci yarısında Kuzey Karadeniz Bölgesi, özellikle Ukrayna ve Kırım’da görülür. Bunlar zaman içinde batıda Portekiz ve İspanya’dan, doğuda Moğolistan ve Çin’e yayılan geniş bir coğrafyada binlerce örnekle ortaya çıkar. Orta Asya’da İÖ. 3000’den İS. 12, 13. yüzyıllara değin çok uzun bir süre çeşitli halklarca kullanılmışlardır. Kırgızistan, Kazakistan, Altay, Sbirya bölgeleri, Tuva yöresi ve Moğolistan’da geniş alanlara dağılan Orta Asya stellerinin en çarpıcı özelliği Hakkari’dekiler gibi iki ellerinde daima bir kap tutuyor olmalarıdır. Bu özellik derin anlamları olan simgesel bir sözlük görünümündedir. Binlerce yıldır unutulmayan bu gelenek Hakkari stelleri ile Orta Asya stellerini birbirine yaklaştırır.” Veli Sevin, Hakkari Taşları’nı yaratan uygarlığı Orta Asya’ya bağlarken MÖ. 2.Binlerde Doğu Anadolu’da yaşayan bir Orta Asyalı kavimden, Turukkular’dan da söz etmektedir. 1998 yılında Hakkari Taşları’nın bulunmasıyla “Eski Anadolu’da Türk olmadığı” genel kabulüne çok ciddi bir darbe vurulmuştur. Söz konusu taşlar, eski Anadolu’da Türklerin yaşadığının en güçlü kanıtlarından biridir. Eski Çağda Anadolu’da Türklerin yaşadığını gösteren, Hakkari Taşları, “Hititlerin Türklüğü Tezi”nin üzerinde daha fazla düşünülmesi gerektiğini ve “Türklerin Anadolu’ya 1071’de girdikleri” bilgisinin artık sorgulanması gerektiğini çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

GEN ARAŞTIRMALARI: TÜRKLER 40.000 YILDIR ANADOLU'DA !

Genetik bilimindeki başdöndürücü gelişmeler, sadece geleceğe değil geçmişe de ışık tutmaktadır. DNA moleküllerinin dizlişi toplumsal köken araştırmalarında büyük kolaylıkalr sağlamaktadır. Bugün, Natonal Geographic dergisinin yürüttüğü “Genografi” projesi kapsamında dünyanın gen haritasının çıkarılmasına çalışılmaktadır. Tarih, ekeoloji ve entroploji bilimlerinin günümüzdeki en büyük yardımcılarından biri “genetik” bilimidir. Ancak Türkiye bu konuda dünyanın birhayli gerisinde kalmıştır. Dünyadaki Bu genetik araştırmalaraı yakından takip eden az sayıdaki bilim insanlarından biri Timuçin Binder’dir. Kaliforniya Üniversitesi’nde Antropoliji eğitimi alan ve İTÜ İnsan ve Toplum Bilimi Bölümü’nde öğretim üyeliği yapan Antropolog Timuçin Binder, gen araştırmalarının “Anadolu Türklerinin büyük bir bölümünün 40 bin yıldır bu toraklarda yaşadıklarını” gösterdiğini belirtmiştir. Gen araştırmalarına göre 1071 ve sonrasında Orta Asya’dan Anadolu’ya gelenlerin oranının yüde 10/15 arasında olduğunu belirten Timuçin Binder, 10 Aralık 2007’de Sabah gazetesine verdiği demeçte şu değerlendirmeleri yapmıştır: “Türkiye’de yaşayan insanların büyük bölümünün 40 bin yıl önce de bu topraklarda yaşamış olmaları… Yani Türkler 1071 yılında Anadolu’ya gelmedi. Hatta 40 bin yıldır buradan kıpırdamamışlar. Bu topraklara aitler. Orta Asya’dan geldiği söylenenler buralı aslında. Orta Asya’dan Anadolu’ya göç oldu ama, gelenlerin sayısı çok az! Gen araştırmaları bugün Türkiye’de yaşayan insanların ne kadarının Orta Asya kökenli olduğunu ortaya çıkarıyor. Buna göre Türkiye’nin genetik yapısı Tarih Öncesi dönemde bugünkü şeklini alıyor. Orta Asya’dan göç edenlerin sayısı yüzde 10/15 civarında. Dolyaısıyla gelenler nüfüs yapısını da değiştirmemişler. Hiç de ‘Orta Asya’dan Anadolu’ya bir kısrak başı gibi uzanan’ bir durum söz konusu değil. (1071) Orta Asya göçü bir efsane. Zaten gelen az sayıdaki insanın geni de çok daha kalablaık toplulukların (Anadolu’ya daha önce gelen Türklerin) içinde kaybolmuş. Ayrıca (1071ve sonrasında) gelenlerin Türk mü, İranlı mı veya Afgan mı olduğunu da bilmek zor.” 40 bin yıldır Anadolu’da yaşayan ve Anadolu’nun “dip kültürünü” meydana getiren insanların “bizim atalarıumız” olduğunu belirten Binder, Anadolu’ya sonradan gelen Türklerin, Anadolu’daki insanlarla (Ön Türklerle) kaynaşıp karıştıklarını da şöyle ifade etmiştir: “Anadolu’da, Orta Asya’dan göç etmeyen yüzde 85/90’ın anlatılmayan öyküsü ve öyküleri var. Orta Asya göçünden önce Anadolu’da yaşayanların bizimle ilgisi yokmuş gibi başka topluluklar olarak gösteriliyor. Bizim atalarımız olarak gösterilmiyor. Onlar vardı, nacak biz gelince gittiler gibi anlatılıyor. Ama bu raştırmalar bunun öyle olmadığını gösteriyor. Onlar bizim atalarımız.” Antropolog Timuçin Binder’in, “gen araştırmalarına” dayanarak 2007 yılında aktardığıu bu bilgiler, “Hititlerin Türklüğü” tartışmasından çok daha “radikal” ve çok daha “önemli” başka tartışmaları gündeme getirmektedir. Gen araştırmaları, MÖ 2000’lerde Anadolu’da yaşayan Hitilerden çok önce (MÖ.38.000’lerde) bu topraklarda Türklerin yaşadığını ortaya çıkarmaktadır. Nitekim gerçekten de arkeolojik ve filolojik bulgulgular, Hitit öncesi Anadolu’da yaşayan Hattilerin, Hint-Avrupai dil kullanmayan Asyenik bir kavim olduğunu göstererek, bu gen araştırmalarını desteklemektedir.


ÖN TÜRKLERİN ANA VATANLARI ANADOLU VE CİVARIDIR !

MÖ. 3.. hatta 4.Binlerde Doğu Anadolu’da Türklerin yaşadığını belirten bilim insanlarından biri de Osman Nedim Tuna’dır. Tuna: 40 yıllık araştırmaları sonunda: “Türklerin en az MÖ. 3500’lerde Türkiye’nin doğu bölgesinde bulunduğu tespit edilmiştir.” demektedir.
Sümerlerle Türkler arasındaki ilişki konusunda 40 yıl çalışan Osman Nedim Tuna’ya göre MÖ. 3500’lerde Anadolu’da Türkler yaşıyordu. Tuna şöyle demektedir: “Şu halde Türkler daha MÖ. en az 3500’lerde bugünkü Türkiye’nin doğusunda oturuyorlardı…” Güney Anadolu’da İslahiye yöresi’nde Gedikli’de bulunan ve M.Ö.3000 sanlarına ait olduğu tespit edilen, yüzeyi 20x21 m, derinliği 2.50/3m. olan, Ateş Evi’nde, 159 toprak kül kabı ve yanık kemikler bulunuştur. Yapılan analizler sonunda bu buluntuların Türklere ait olduğu ve Türk kültürüne ait izler taşıdığı belirlenmiştir. Selahi Diker, 35 yıllık araştırmalar sonunda kaleme aldığı “Anadolu’da On Bin Yıl, Türk Dili’nin Beş Bin Yılı” adlı çalışmasında, Anadolu’nun çok eski çağlardan beri “Türklerin ana yurdu” olduğunu ileri sürmektedir: “…(Anadolu) Türk kültür tarihini on bin yıl öncesine götürebiliriz. (….) Türkler bundan 8300 yıl öncesinde Anadolu’da yaşamıştır.”

ANADOLU'DA ÖN TÜRKLERE AİT KAYA RESİMLERİ VE YAZITLARI !



Ön Türk araştırmacısı Kazım Mirşan’a göre Türkler, MÖ.15.000’lerde Anadolu’ya gelmişlerdir. “Bugün, Türkiye’de Orta Asya, Yenisey, Aral, Balkaş, Pamir, Kazakistan, Kırgızistan, Tamgalı Say, Talas, Issıq Kölü, Başkurtistan v.s mevcut onbinlerce pigtogram (mağara resmi), petroglif (yazıelemanlı kaya resmi- tamga) ve yüzlerce yazıtın aynısı ya da yakın benzeri geniş bir coğrafyaya dağılmış olarak Anadolu’da da mevcuttur. Bunlar Türklerin Anadolu’da -17.000 öncesine varan varlığının kanıtlarıdır. Sadece Doğu Anadolu yaylasında, tarihleri MÖ. 15.000, 1000 olarak tesbit edilen tam 45.000 kaya üstü yazıtı ve mağara resmi mevcuttur. Kazım Mirşan tüm bu kaya resimleri ve yazıtlarına eserlerinde yer vermiştir.”
Kazım Mirşan’ın, Batı merkezli tarihin kölesi bilim insanlarına bir türlü kabul ettiremediği bu kanıtlar, (kaya üstü yazıları ve mağara resimleri) Anadolu’yu Orta Asya’ya bağlamakta ve Türklerin MÖ. 15.000’lerde Anadolu’da yaşadıklarını göstermektedir. “Yazıt, tamga ve mağara resimlerindeki bu ayniyet ve yakın benzerlik ‘en azından’ Orta Asya Türk yurdu ile Anadolu insanı arasındaki bağın açık göstergeleridir.” Özellikle Doğu Anadolu yüksek yaylasındaki 40 bin civarındaki kaya resmi arasında Kazakistan’daki Kara-Tau sembol ve şekillerine benzer resimlern bulunması bu resimleri yapanların ortak kökenli olduklarını göstermektedir.
Anadolu’daki Ön Türk yazıtlarının belli başlıları şunlardır:

1. Van – Hakkari , Tir-i Sin Yaylası Yazıtları

2. Gavaruh Vadisi

3. Hırkanis Suyu Mezar Vadisi

4. Pagan Köyü

5. Başet Dağı

6. Put (Yedi Salkım Köyü)

7. Cudi Dağı

8. Varagöz Yaylası

9. Çilgiri Yazıtı

10. Van Ahtamar Yazıtı

11. Erzurum Cunni Mağarası

12. Oy-Onul Trabzon Mağara Yazıtları

13. Sinop Tersane Kapıüstü Yazıtı

14. İstanbul Fikirtepe Toprak Kabı

15. Kemerburgaz Mağarası Toprak Kabı

16. Erenköy UW-ON Yazıtı

17. Ödemiş Damgaları

18. Side Hamam Yazıtı

19. Midas (At-Esiç Öz) Yazıtı



Prof. Dr. Hamit Zübeyr Koşay tarfından bulunan Erzurum Cunni mağarasındaki resimleri Divan-ı Lügat-it Türk ve Cami’ül Tevarih’teki Anadolu Türkmen aşiretlerinin damgalarıyla karşılaştıran Kazım Mirşan çok önemli benzerlikler keşfetmiştir.
Cunni mağarasına kazınmış olan yazılar, Ön Türklerin Doğu Anadolu yaylasından Anadolu içlerine doğru ilerlediklerini göstermektedir. Cunni mağarasında iki ayrı çeşit Ön Türkçe yazıt bulunmuştur. İlk gurupta OQ İSİLİS, ON İSİLİS ve OQ ANILIS sözcükleri okunmuştur.
İsilis: etiliş, ediliş; Oq: ok olma, yok olma; Anılıs: angılış, anlayış, anlamlarındadır.
Cunni mağarasındaki yazılar, yaklaşık olarak MÖ 3000’lere tarihlendirilmiştir. Kazım Mirşan’a göre buradaki ISUB ÖG Alfabesi (Tarihteki ilk Türk alfabelerinden biri) Ön Mısır’a gitmiş ve Mısır Hiyerogliflerinin temelinde yer almıştır. Kazım Mirşan’ın ısrarla üzerinde durduğu eski Anadolu topluluğu Friglerdir. Yazıları henüz tam olarak çöülemeyen Batı Anadolu’nun “tarımcı” toplumu Frgilerin “Türk kökenli” olduğunu idda eden Kazım Mirşan, Batılı bilim insanlarının temel yanılgısının, Frig yazıtlarını Hint-Avrupai dil kurallarıyla çözme ısrarı olduğunu belirtmiş ve kendisinin bu yazıtları Ön-Türkçe olarak okuduğunu ileri sürmektedir…

KAYNAK ve Detaylı Bilgi İçin : “ATATÜRK VE TÜRKLERİN SAKLI TARİHİ” SİNAN MEYDAN.

İstanbul – 2010 , 1.Basım , Türkçe 672s. ISBN : 9789751030344

Hiç yorum yok: